
Evin kitap köşesi burası olsa gerek. Aslında görüldüğü kadar karanlık değil, sadece Polaroid ile yapılan çekimlerde arka plan aydınlıksa, gölgede kalan kısım karanlık çıkıyor. Ahkam keser gibi bunu söylerken de utanmayarak kabul etmem gerekir ki, istediğim poz çıkana kadar bu resmi üç kere çektim. Kaynakların özensiz kullanımını gösteren müthiş bir örnek.
Bu koltuk, manzara ve ayaklarımı uzatmak için kullandığım sehpa, bu sene okuduğum tüm kitaplara eşlik etti sanırım. Son kitabımı bu hafta bitirdim. Bitirdiği kitapların etkisinde birkaç hafta çıkamayan bir karakterim olduğunda da yıl sonuna kadar başka bir kitap bitirebileceğimi pek düşünmüyorum. Ben de bu zamanı, bu sene okuduğum bazı kitaplara dönüp bir kez daha bakmaya ayırmakta karar kıldım.
Böyle senelik bir değerlendirmeyi daha önce yaptığımı düşünmüyorum. Yaptıklarımın hesabını kitabını tutmanın önemini bir nevi yeni keşfettim sayılır. Bunu kitaplar üzerinden yapmamı da Goodreads sağladı. Beni bu siteyi kullanmaya teşvik ettiği için arkadaşım Saime’ye de teşekkürü etmem lazım.
Başlangıçlar ve Yalanlar

Bu sene bitirdiğim ilk kitap Scott Lynch’ın The Lies of Locke Lamora (Locke Lamora’nın Yalanları) kitabı olmuş. Camorr isimli bir şehir devletinde yaşayan bir hırsız çetesinin başından geçenlerin anlatıldığı fantastik edebiyat türünün nadide bir örneği. Kitabın ana karakteri Locke Lamora, hikayelerde yer almasını en sevdiğim karakter özelliklerine sahip. Kurnaz, marifetli ve aklından neler geçtiğini tahmin edemediğimiz bir yalancı. Bu yüzden de, kitabın adının içerikle olan uyumu yüzüme hep bir gülümseme getiriyor.

25 Ocak 2020, bitirilen kitap insanlık tarihinin en eski hikaye, masal ve fabl koleksiyonu olan Kelile ve Dimne. Kitabın adını ilk kez katıldığım bir söyleşide duymuştum. Bir kişi söz almış ve “Kelile ve Dimne insanlık tarihinde hangi devletin diline çevrildiyse, o devletin tarih sahnesinde yukarılara çıktığını görüyoruz” demişti. İlginç bir okuma oldu diyebilirim. Dünya üzerinde yazılmış, anlatılmış tüm hikayelerin özünün benzer olduğu teorisiyle hareket ettiğim için de bu kitabı, tüm hikayelerin “başlangıç noktası” olarak okumaya çalıştım. Başlangıç noktası mıydı peki? Bilemem, yeteri kadar kendimi ikna edersem, neden olmasın?
Mendaburlar
Ah, listede şu kitapları gördüm: The Maltese Falcon (Malta Şahini), The Celestine Prophecy (Dokuz Kehanet) ve The Parrot’s Theorem (Papağan Teoremi). Mendebur kitaplar! Zar zor bittiler. İçeriğe odaklanmaktansa bunlarla tanışma hikayeme odaklansam daha iyi. Bunlar arasında en masum tanışma hikayesine sahip olduğum The Parrot’s Theorem olsa gerek. Bir öğrencim önerdi, okudum. The Maltese Falcon‘u ise yıllar önce okuma listeme kaydetmişim. Bir yazarın bu kitapta kullanılan yazarlık tekniklerini övmesi üzerine okumak istedim. Hikaye, seveceğim tarihsel ögeleri ve şaşırtmacaları içerse de “noir” türü hiç bana göre değil. The Celestine Prophecy ile tanışmam ise tamamen şans eseri oldu. Sanırım internette araştırdığımda bu kitabın benim doğum günümde en çok satan kitap olduğunu görmüştüm. Belki de başka bir şeydi, emin değilim. Tamam, anlatmaya çalıştığı felsefe ilgi çekiciydi aslında ama yazarın dili hiç ikna edici değildi.
Çizgi Romanlar ve Bilim
Bu sene okuma listeme ilk kez çizgi romanlar girdi. İstasyon Sokağı, No:120, Sıradan Zaferler ve Tepe. Üçü de kendine has tarzı olan ilgi çekici çizgi romanlardı. Bu türün şimdiye kadar ihmal etmesem daha iyi olabilirmiş. Kitapları da hep arkadaşlarıma hediye ettim. Şaşırtıcı bir deneyim yaşadığımda bunu onlar da görsün istiyorum sanırım.

Evet, listede bir de Thinking: Fast and Slow (Hızlı ve Yavaş Düşünme) kitabı var. Düşünme üzerine düşünmemi sağlayan bu düşünce kitabının içerisindeki teoriler aslında düşününce, kendi düşünmem üzerine ne kadar az düşündüğümü düşündürdü. Bilmediğim şeyleri göstermiş bir kitap olmadı diyebilirim fakat bildiğim şeyleri ne kadar az kullandığımı gösterdi diyebilirim. Kitabın temel vaadi de bir yandan buydu aslında. Sadece bu vaadi 500 sayfada anlatmak zorunda değillerdi diye düşünüyorum çünkü sonlara doğru neredeyse “Mendebur Kitaplar” listeme giriyordu.
Perdeyi Kapatanlar

Fantastik edebiyatla açtığım yılı, yine aynı türle kapatmak güzel oldu aslında. Yılı, Brandon Sanderson’un Mistborn (Sissoylu) serisinin üç kitabı ile bitirdim. Dil kullanımı olarak çok iyi miydi? Hayır. Fakat, detaylı dünyası, karakterlerin içine düştüğü ikilemler ve yaptığı ters köşeler ile iz bırakan bir seri okuduğumu söyleyebilirim. Toplam 1300 sayfadan fazlaydı. İşlerin getirdiği baskıdan dolayı çatlamış olmalıyım ki 1000 sayfasını sadece üç haftada okudum. Bu süre boyunca alıştığım karakterlerin hikayelerini bitirmiş olmak da çok yakından tanınan birisinden ayrılıyormuş gibi bir tat bırakıyormuş. Bunu bilmiyordum.
Bu sene okuduğum en iyi kitap hangisi olduğunu düşündüğümde cevabı saniyeler içerisinde buluyorum. Pedro Paramo. Bu sene ikinci kez okudum ve yazar Juan Rulfo beni apayrı yorumlamalara davet etti. Marquez’in bu kitaptan esinlenerek yazdığı Yüzyıllık Yalnızlık ile beraber “en sevdiğim kitaplar” sıralamasında zirveye oynamakta.
Birkaç kitap daha okumuşum aslında ama onlar hakkında da yazarak zaten uzun olan bu yazıyı daha da uzatmaya gerek yok. Kalanları şu Goodreads hesabımda bulunuyor. Oradan bulunabilir. Üzerine konuşmak isterseniz de fotoğraftaki kitap köşemde, sandalyede ayaklarımı uzatmış, oturuyor olacağım.
Pedro Paramo yu sipariş listemize ekleyelim o zaman ✌?
Çok güzel bir kitap. Ama yavaş yavaş okumak lazım.