Shadow of the Colossus

Hikayesi detaylandırılmayan bir oyun nasıl zamanla bir dini ögeye dönüştü?

Kan, filizler ve gökyüzü… Bir de ışıktan var edilenleri kontrol edebilecek bir varlık… Derler ki işte o dünyada, kişi isterse ölülerin ruhunu geri getirebilir….

Elimde tuttuğum kutuda ne kadar “PS4 (PlayStation 4)” yazsa da, Shadow of the Colossus aslında 2005 yılında PlayStation 2 için çıkarılmış bir oyun. Fotoğraftaki ise, 2018 yılında yeni nesil oyun konsolları için çıkarılan versiyonu. Grafikler dışında değişen bir şey yok. Hikaye, mekanlar, diyaloglar hatta kuşlar ve balıklar bile aynı tutulmuş.

Oyunun hikayesinden kısaca bahsedeyim. Ana karakterimiz Wander’ın değer verdiği bir kadın olan Mono, kabilenin şamanları tarafından “lanetli bir kaderi olduğu” gerekçesi ile kurban edilir. Wander buna dayanamaz, kabilesinden büyülü bir kılıcı çalar ve Mono’nun cansız bedeni ile Yasak Topraklar’a gelir. Bir şaman, Wander’a Yasak Topraklar’da bir varlığın olduğunu ve onun ölüleri diriltebildiğini söylemiştir. Mono’nun bedeni, büyülü kılıcı ve atı Agro ile Yasak Topraklar’a gelen Wander, şamanın bahsettiği varlık olan Dormin ile bir anlaşma yapar. Dormin, ondan Yasak Topraklar’da gezen 16 devi bulup öldürmesini ister. Eğer bunu yaparsa, Mono’nun dirileceğini söyler. Siz de oyuncu olarak bundan sonra Wander’ı kontrol edersiniz ve 16 devi sırayla bulup öldürmeye çalışırsınız.

En temel hatlarıyla oyunun hikayesi bu. Peki girişte bahsettiğim “oyunun zamanla bir dini ögeye dönüşmesi” olayı nasıl oldu? Anlatayım.

Shadow of the Colossus, bilinmezlik üzerine kurulmuş minimalist bir oyun. Oyunda sadece ana karakter Wander, cansız Mono, atımız Agro, anlaşma yaptığımız Dormin ve 16 tane dev var. Yasak Topraklar çok geniş olmasına rağmen saydıklarım dışında tek bir kişi daha bulunmamaktadır. Bu da hikayeye bir bilinmezlik teması eklemektedir. Çünkü bize karakterlerimiz hakkında hiçbir bilgi sağlanmamaktadır. Her şey bizim çıkarımlarımıza bırakılmıştır.

Üçüncü dev. 3 tane zayıf noktası vardır. Buralara tırmanıp, kılıcınızı o zayıf noktalara saplamaya çalışırsınız.

Karakterimizin konuşacağı kimse olmadığı için ne geçmişini öğrenebiliriz ne de motivasyonunu. Aslına bakarsanız Wander adını bile oyun sonundaki Credits ekranından öğreniyoruz. Yoksa, oyun içerisinde herhangi bir şekilde adı dahi geçmiyor.

Mono ile Wander arasındaki ilişki bile açıklanmaz oyunda. Mono, Wander’ın sevgilisi mi, eşi mi, ailesinden biri mi, bunu bilmeyiz. Karakterlerin konuştukları dil bile, sırf oyun için oluşturulmuş yapay bir dildir. Karakterlerin ne dediklerini alt yazılardan öğreniriz. Bazı konuşmaların alt yazısı bulunmaz, oralarda ne dendiğini artık bizim tahmin etmemiz gerekir.

Yasak Topraklar’da ne kadar kimse yaşamasa da, etraf yıkık yapılarla, aşınmış patikalarla, kurulmuş düzeneklerle doludur aslında. Yani, zamanında birilerinin orada yaşadığını gösteren kanıtlar vardır. Ama geride ne bir yazıt ne de bir iskelet vardır. Bu insanlara ne olduğunu bilmeyiz.

Dolayısıyla, oyuncular, yani bizler, oyunu oynarken kendi hikayemizi, kendi mitlerimizi oluşturmak zorunda kalırız. Kimisi Mono’nun Wander’ın sevgilisi olduğunu düşünür, kimisi ailesinden biri. Kimisi, Yasak Topraklar’daki insanların hepsinin öldüğüne inanır, kimisi de hepsinin bu toprakları terk ettiğine. Kimisi karşılaştığınız devlerin kötü olduğuna inanır, kimisi de aslında masum olduklarına. Bu mitler ne kadar tutarlı olsa da, oyunda bunları kanıtlayacak ögeler yoktur. Oyun bunların cevaplarını bize söylemez, aksine saklar.

Bütün bu bilinmezlik ise doğal olarak oyuncuların kendi mitlerini oluşturmasına sebep olmuştur. Tıpkı doğada olan olayların neden olduklarını açıklamak için Ares, Poseidon, Hades etrafında mitler oluşturan Yunanlıların yaptığı gibi, oyuncular da Shadow of the Colossus evrenini açıklamak için, sorularına anlamlı bir yanıt bulmak için kendi inanışlarını, kendi mitlerini oluşturmuşlardır. Devlerin doğasını, mekanların anlamlarını açıklamak için karşılaştıkları ipuçlarını kullanmışlar ve asla doğruluğunu kanıtlayamayacakları ama artık inanabilecekleri küçük olgular oluşturmuşlardır. Bunun bir dine dönüşmesi için ise artık bu mitleri tek çatı altında birleştirecek bir güce, bir ana tanrıya, bir Zeus’a ihtiyacı vardır.

Shadow of the Colossus’un Zeus’u ise 2007’den sonra ortaya çıkar, adı ise “Son Büyük Sır” (The Last Big Secret) olur.

Bilinmezlikle dolu olan koca Yasak Topraklar’ın mutlaka şimdiye kadar fark etmedikleri bir sırra ev sahipliğini yaptığına inanan oyuncular, oyundaki mekanları karış karış gezmeye, son sırrı aramaya koyulurlar. Oyuncular, hikayeyi anlamlandıracak, derinleştirecek, bilinmeyen şeyleri açığa çıkaracak, akıllardaki soruları cevaplandıracak son bir sır olduğuna inanmışlardır. İşte Shadow of the Colossus’un kendisini dini bir ögeye dönüştüren adımı bu olmuştur. Oyuncular, “Son Büyük Sır’rın var olduğu” inancı altında birleşmiş, şimdiye kadar ortaya attıkları tüm fikirlerin doğru olduğunu ve “Son Büyük Sır”rın da bulunduğunda kendilerini doğrulayacağı fikrine inanmaya, bu sırra ulaşmaya adamışlardır kendilerini.

Harari’nin Sapiens’te evrensel dinleri iki ögenin oluşturduğundan bahseder. Bunlardan ilki, o dinin “her zaman ve her yerde geçerli evrensel bir insanüstü düzeni benimsemesi”, ikincisi ise “bu inanışı herkese yaymaya çalışmasıdır.” Shadow of the Colossus’un “Son Büyük Sır”rını bir din olgusuna dönüştüren de budur aslında. Oyuncular, “Son Büyük Sır”rın varlığının oyundaki tüm düzeni açıklayabileceğine, oyuna daha fazla anlam yükleyeceğine inanmış ve bunu forumlarda, websitelerinde paylaşmışlardır. Yunan mitolojisinin ortaya çıkışı gibi, önce mitlerini oluşturmuş, sonra kendi Zeus’ları olan “Son Büyük Sır” inancı altında bunları birleştirmişlerdir. Bir din kurmaları için nasıl bir yol izlemeleri gerekiyorsa oyun çıktığından bu yana o yolu farkında olmadan izlemişler ve sonunda kendi sistemlerini kurmuşlardır.

2007’de başlayan bu akım, hala kendisini forumlarda, sitelerde göstermektedir. Tam 13 yıldır, oyuncular hala bir araya gelip teorileri tartışmakta, yaptıkları ufak keşifler hakkında konuşmaktadır. “Son Büyük Sır” hala bulunamamıştır, ama oyuncular aramayı bırakmamıştır. Boşa kürek çektiklerini söyleyenlere de “Son Büyük Sır’rın varlığına inanmıyorsan inanma, ben inanıyorum.” diyerek karşılık vermişlerdir.

Ben bu inancın hangi tarafındayım sorusunu kendime sorduğumda da cevap için çok fazla düşünmeme gerek kalmadı. “Son Büyük Sır”ra inanmasam bu yazıyı yazmazdım.

Oyunun açılış sahnesini aşağıdaki videodan izleyebilirsiniz. 15 dakikalık uzun bir sinematik olduğundan, yanınıza çerezini alıp tam ekran yaparak izlemeniz naçizane tavsiyemdir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.